Vakfımızın bu haftaki konuğu Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Uysal’dı. Ortadoğu neresidir? Kime göre Ortadoğu? Bu sorulara cevap vererek konferansına başlayan konuşmacımız, bize göre, dün ortak yaşam alanını paylaşanlar olarak evimizin bulunduğu, bugün ise evimizden ayrılan komşularımız ile bulunduğumuz bölgenin adıdır. Bu bölge bir arada yaşama tecrübesi olan, ancak bilinen sebeplerle yalnız bırakılmayan bir yerdir.
Geçmişte doğrudan ilişki kurmamaya azami dikkat edilen bir coğrafyadan bahsedilmektedir. Yaşanan gelişmelere rağmen Türkiye’nin sahada bir ağırlığının bulunduğunu ve temelde buradaki halkın Türkiye’deki kardeşleri ile olan yakınlığını görmek şaşırtıcı değildir. Yerli ve milli bir araştırma merkezi olarak faaliyetlerimizi sürdürürken, bölgede ülkemize yönelik bu yakınlığa yoğun temaslarla ve akademik araştırmalar ile cevap vermeye çalışmaktayız. Ancak bu alanda daha yapılacak çok işler bulunduğu da aşikardır.
Misakı Millinin ilk maddesinde, Arap nüfusu olan bölgenin kaderinin yapılacak serbest oylama sonrasında kendileri tarafından belirleneceği kaydı bulunduğu halde, hala kendi başlarına kalarak bir karara varamadıklarını görmekteyiz. Bu yönüyle Misakı Millinin yerine getirilemeyen bir hususu da budur.
Tarihsel süreç içerisinde 3G (Gold, Glory, God) için bölgeye gelen sömürgeci devletlerin, bu yaklaşımları hala devam etmektedir. Sömürgeciliğin en önemli özelliği gittiği toplumları cahil ve yoksul bırakarak sürekli sömürgeci devlete bağlı tutmaktadır. Arap baharı sürecinde bu durum gerçekte görülmüş, ancak süreç tersine çevrilememiştir.
Türkiye olarak geçmişte bazı konularda yapılan yanlışlıklar (Cezayir, İsrail…) bir kenarda tutulursa, Kıbrıs meselesinde başlayan dış politikadaki alternatiflerin değerlendirilmesi arayışları ve özellikle son 15 yılda adaletli ve karşılıklı saygı içerisinde ilişkilerin geliştirilmesine yönelik benimsenen yaklaşımın her platformda bu tutumdan vazgeçilmeyerek istikrarın sürdürülmesi kararlı dış politika yürütmek açısından önemlidir. Bu konuda zaman zaman kendimize haksızlık yaptığımızı düşünmekteyim.
Son dönemde, iyice şekillenmeye başlayan İsrail-ABD çizgisi ki şu anda bunun başını Birleşik Arap Emirliği (BAE), sonrasında Suudi Arabistan çekmektedir. Bu yaklaşım, İsrail ve ABD’ye teslim olarak bölgede güçlenen ve öncelikle onların çıkarlarını savunma şeklinde görülmektedir. BAE’nin bölgede Batı’ya teslimiyeti savunan model olarak bağımsızlığı ve hem kendisinin hem de komşularının güçlenmesini isteyen Türkiye modelinden rahatsız olmaları doğaldır. Aynı şekilde kendi sınırları içinde bağımsız hareket etmeye çalışan Katar’ı hedef almaları, Arapları güçlendirecek Arap demokratik devrimlerine karşı çıkmaları da bu yüzdendi.
Türkiye’nin Suriye, Mısır, Irak özelinde izlenen dış politikasına da değinerek sıkıntılı bir süreç yaşanmakla birlikte, geleceğin ülkemiz açısından ümit verici olduğu belirtilmiştir.